Yoksul Köylü ve Muz Hırsızları (Bir Endonezya Masalı) - Bülent Habora

Bir varmış, bir yokmuş...

 

Sumatra adasında, Kota Baru kentinin yakınlarındaki bir köyde, yoksul bir köylü yaşarmış. Bu köylünün sadece küçücük bir kulübesi ve onun önünde de bir muz ağacı varmış.

 

Günlerden bir gün, yoksul köylü, kulübesine üç kişinin yaklaştığını görmüş.

 

Üçü de kentli giyimliymişler. Bunlardan biri din adamı, biri doktor, üçüncüsü de faizciymiş.

 

Köylü düşünmüş, "Acaba niçin geldiler buraya?" diye.

 

Yoksul köylü böyle düşünürken, muz ağacını gören faizci arkadaşlarını dürtüklemiş:

 

"Hadi gelin, şu muzlardan biraz yiyelim."

 

Doktor:

 

"Ama bak, bahçede bir köylü var. Herhalde odur sahibi. Ayıp olur muzlarını yersek. Belki de vermez bize, yememizi istemez," demiş.

 

Faizci elini sallamış şöyle, sonra da ağaca doğru gitmeye başlamış:

 

"Amaaan boş ver. Biz üç kişiyiz, o ise tek başına. Ne yapabilir ki bize?" diyerek ağaçtan bir muz koparıp, yemeye başlamış.

 

Köylü yavaşça yanlarına gelmiş:

 

"Ey soylu efendiler, n'apıyorsunuz siz? Bu muz ağacının sahibi benim."

 

"Eeee, seninse ne var bunda?" diye sormuş din adamı.

 

Bir yandan elindeki muzu yiyen faizci diklenmiş:

 

"Hoşumuza gitti, onun için yiyoruz."

 

Doktor biraz daha sert çıkmış: "Öyle bağırma bize. Biz üç kişiyiz. Sonra sana dersini veririz..."

 

Yoksul köylü, bir onlara bakmış, bir de kendine.

 

İçinden:

 

"Haklı adam. Onlar üç kişi, bense tek başınayım. Onları zorla bahçemden atamam. Ama gözümün önünde malımın yağma edilmesinin karşısında da sessiz duramam," diye geçirmiş.

 

Sonra, aralıksız muz yiyen faizciden biraz daha geride duran diğer iki adama:

 

"Bahçemde Tanrı'nın adamıyla bir doktoru görmek benim için büyük bir onur. Ama bir doktorla bir din adamının, üçkağıtçı bir faizciyle arkadaşlık yapmasına şaşıyorum... Görüyorsunuz sizler şu oburu. Siz daha tek bir bile muz yemeden, o malı götürüyor. Kaç tane yedi, gördünüz değil mi?" demiş.

 

Din adamı, başıyla hak vermiş köylüye. Sonra dönüp faizciye bağırmış:

 

"Ey obur faizci, sen benim gibi bir din adamına saygısızlık ettin. Ya hemen defolup gidersin yahut da seninle hesaplaşırız..."

 

Faizci din adamının bu çıkışından korkmuş, bakmış ki durum kötüye gidiyor, kendi kendine, "Onlar üç kişi, bense tek başınayım. İyisi mi ortadan toz olayım," diyerek uzaklaşmış, oradan.

 

Doktorla din adamı geçmişler ağacın başına. Ara vermeden muzları yemeye başlamışlar.

 

Bu kez doktora dönmüş köylü:

 

"Affedersiniz doktor bey, ilminizi de, insanları tedavi etmenizi de kabullenemiyorum ben. Aciz görüyorum sizi," demiş.

 

Doktor parlamış birden:

 

"Behey cahil köylü, sen ne anlarsın benim yaptıklarımdan, ilmimden. Ben birçok kişiyi sağlığına kavuşturdum. Ölmek üzere olan hastaları bile kurtardım, hayata yeniden getirdim..."

 

"Benim kanıma göre, onlar sizin bilgilerinizle değil, Tanrı'nın yardımıyla iyileşmişlerdir," demiş köylü.

 

Doktor daha fazla kızmış:

 

"Tanrı'nın bu sağlık bilimiyle ne ilgisi var. İnsanları o değil, ben iyileştiriyorum."

 

Din adamı, doktorun bu sözlerini duyunca:

 

"Ne o doktor efendi, nasıl konuşuyorsun sen? Yoksa Tanrı'nın gücünden bir kuşkun mu var?" diye bağırmış.

 

Köylü, yanına gelmiş din adamının:

 

"Aziz efendim, gördüğünüz gibi bu adam Tanrı'yı gücendirdi. Böyle namussuz, din düşmanı bir kişiyle yol arkadaşlığı yapmakla büyük bir günah işlediğinizi farketmiyor musunuz?" demiş.

 

Din adamı, hemen gitmiş yanına doktorun, yakasından çekip, sarsarak:

 

"Hadi şimdi defol gözümüzün önünden, din düşmanı adam," diye bağırmış.

 

Doktor da, aynı faizci gibi, bir onlara bakmış, bir de kendine. "Onlar iki kişi, ben ise tek başınayım. Üstelik köylü de güçlü-kuvvetli. İyi bir pataklarlar beni," diye içinden geçirerek yavaş yavaş uzaklaşmış oradan...

 

Köylüyle din adamı yalnız başlarına kalmışlar.

 

Ağır adımlarla din adamının yanına gelmiş, köylü:

 

"Muhterem efendim, eminim siz din yasalarının hemen tamamını biliyorsunuz, değil mi?" diye sormuş.

 

Din adamının ağzı muzla dolu olduğu için, başıyla onaylamış köylüyü. Köylü sürdürmüş konuşmasını:

 

"Bu yasalar, başkasının malını karşılıksız olarak almayı yasaklamıyor mu?"

 

Din adamı bir kez daha başını "Evet," anlamında sallamış.

 

"Öyleyse," demiş köylü, "Benim ağacımın meyvalarını niçin yiyorsun? Hiçbir emeğin yok bu ağacın büyümesinde, meyvaların oluşmasında..."

 

Din adamı bir yutkunmuş, iki yutkunmuş, ne yanıt vereceğini bilememiş.

 

Köylü yerden bir ağaç dalı almış, elinde sallayarak din adamına söyle seslenmiş:

 

"Hadi bakalım hazret, sırtın sağlamken bahçemden defol git. Bir daha da bahçemde seni görmeyeyim..."

 

Din adamı kaçarken, o da evine girmiş. Bir yandan gülümsüyor, öte yandan da, "İşte," diyormuş, "Bir kişinin fendi, üç kişiyi böyle yener..."

 


 

Derleyen: Bülent Habora

 

Not: Yar Yayınları’nın Yeryüzü Masalları kitabından alıntıdır. Her hakkı saklıdır.

Kapat