Numara 400 (Günlük) - Julius Fučík

24 Nisan 1942 günü Çekoslovak gazeteci ve komünist parti üyesi Julius Fučík, Nazi işgali altındaki Çekoslovakya’da, Nazi gizli polisi Gestapo tarafından gözaltına alınarak Prag’daki Pankrác Hapishanesine gönderildi. Burası Hitler Almanya’sına gönderilmeden önce sorgulanacağı ve işkence göreceği bir duraktı.

 

Fučík işte bu süreçte Darağacında Röportaj (Darağacından Notlar) – “Reportáž psaná na oprátce” adlı eserini zor koşullar altında, sigara kağıt parçalarına yazarak oluşturdu. Bu notlar Kolinski ve Hora adlı iki gardiyanın yardımıyla dışarı çıkarıldı.

 

Fučík’in 1943’te idam edilmesini izleyen yıllarda bu notlar kitap haline getirildi, 70’i aşkın dile çevrildi ve büyük yankı uyandırdı.

 

Bu notlarından iki tanesini sizlerle paylaşıyoruz.

 


 

NUMARA 400

 

Kefeni yırtmak, ölümden dönüp iyileşmek, insanda tuhaf tuhaf duygular uyandırıyor. Hem o kadar tuhaf duygular ki, anlatılmıyor bunlar, tanımlanmıyor. İyi bir uyku çekmişsin, tatlı bir hava... Ohh, ne güzeldir dünya... Ama bir de ölümlerden döndükten sonra böyle bir şeyi düşün... Hava çok çok daha tatlı gelir. Hiç bunca esaslı uyku çekmemiş gibi olursun. Hayat sahnesi öyle şakır şakır bir ışık içinde görünür ki gözlerine, sanki bir ışık yönetmeni bütün parlak ışıkları bir anda yakmış, sahneyi ışığa boğmuştur tüm. Gözlerin hem mikroskop, hem teleskop gibi görür dünyayı artık. Kefeni yırtmak, ölümden dönmek, baştanbaşa bir bahardır ki, göre göre usandığın şeylerde bile sana ummadığın mutluluklar, sevinçler tattırır.

 

Bunun bir lokma süreceğini, seni çepçevre saran şeyin Pankrac hapishanesinin hücresi olduğunu bilsen de yaşarsın bu duyguları.

 

Ama bir gün birtakım insanların önüne getirecekler seni. Sorgu için çağıracaklar. Üstelik sedyeye falan koymadan. Her ne kadar yürüyeceğini aklın kesmese de yürüyeceksin.

 

Koridorda bir merdiven var. Dört bacak değil de iki bacak sürünüyorsun yanlara tutunup. Aşağıda, seni arabaya kadar götürecek hapishane arkadaşların bekliyor. Sonra gelip giriyorsun gezici hapishaneye. Oturuyorsun. İçerde, on, on iki kişiyle karşılaşıyorsun. İlk görüyorsun hepsini. Gülümsüyorlar sana. Sen de onlara gülümsüyorsun. Biri, bir şey fısıldıyor yavaşça. Kim bu, tanımıyorsun. Bir başkasının elini sıkıyorsun. Kimin elini sıkıyorsun, bildiğin yok. Sonra bakıyorsun, araba Petschek adliye sarayının o koca sundurmasının altına girivermiş. Arkadaşların indiriyorlar seni. Duvarları çıplak geniş bir salona giriyorsunuz. Sıkış sıkış dizilmiş beş beyaz sıraya, birtakım adamlar oturmuş. Elleri dizlerinde, gözlerini çıplak duvardan ayırmıyorlar hiç. Kıllarını kıpırdatmadan duruyorlar öyle işte dostum, senin yeni dünyanın bir parçasıdır burası. Adına “sinema” diyorlar.

 


 

MAYIS 1943

 

Bugün 1 Mayıs 1943. Özel olarak görevliyim. Bu arada yazı da yazabiliyorum. Bir an için de olsa sosyalist bir gazeteci olarak bir kez daha yeni dünyaların savaş güçlerinin geçit törenlerini anlatan yazılar yazabilmek ne büyük mutluluk!

 

Benim öyle havalarda dalgalanan bayraklardan söz edeceğimi falan sanma sakın. Dinlendikçe insanı kendinden geçiren, yüreklendiren bir takım olmuş şeyleri de anlatacak değilim. Bugün her şey olduğundan daha sadeydi. Eski yıllarda olduğu gibi binlerce insanın sıralar halinde Prag caddelerinden bir sel gibi akışını ya da Moskova’daki Kızıl Meydan’da milyonlarca insanın uçsuz bucaksız bir deniz gibi dalgalandığını görmüyordum artık. Burada öyle yüzlerce, milyonlarca insan yok. Burda görsen görsen birkaç dost, arkadaş görürsün yalnız. Ama yine de bunun az buz şey olmadığını bilirsin. Çünkü buradaki tören ölüm sınavı geçiren, yok olup gitmeyecek, üstelik çelik gibi sertleşmiş güçlerin töreni. Bilirsin, sivil elbiselerle savaşılmaz siperlerde.

 

Icığını cıcığını anlatıyorum herşeyin. Sen ki bunları bizimle yaşamıyor, okuyorsun yalnız. Anlar mısın, anlamaz mısın, bilmem. Ama anlamaya çalış, n’olur. Bana inan. Bir güç yaşıyor burda.

 

Komşu hücrenin iki tiktaklı sabah selamı bugün daha okkalı, daha törensel. Duvar daha sert geçiriyor sesi bugün.

 

Elimizden geldiğince iyi giyiniyoruz. Bütün hücredekiler öyle. Sabah kahvaltısında çakı gibiyiz. Hücrelerin açık kapıları önünden ekmek, siyah kahve ve su servisi geçiyor. Skorepa yoldaş iki yerine üç ekmek veriyor bize. Yüreği iyilik dolu bir insanın elle tutulur, gözle görülür selamı bu. 1 Mayıs selamı. Ekmeği alırken parmakların bir başkasının parmaklarını sıkıyor gizlice. Konuşmak yasak. Bakışların bile gözaltında.

 

- Ama dilsizler parmaklarıyla ne güzel anlaşırlar, değil mi?

 

Kadınlar yarım saatlik gezinti için bizim hücrenin altındaki avluya çıkıyorlar çabuk çabuk. Masaya çıkıp demir parmaklıklardan aşağı bakıyorum. Olur ya görürler belki. Evet, görüyorlar, yumruklarını kaldırıp selam veriyorlar. Ben de aynısını yapıyorum. Bugün aşağıdaki avluda bir cıvıl cıvıllık, her zamankinden başka bir şeyler var. Kadın gardiyanın gördüğü yok hiçbir şeyi. Görmezlikten geliyor belki de. O da bizim bu yılki 1 Mayıs törenimize katılmış oluyor.

 

Şimdi sıra bizde. Yarım saatliğine avluya çıkıyoruz. Ben yaptırıyorum bugün cimnastiği. Bugün 1 Mayıs canlar! Öbür günlerde olduğu gibi başlamayacağız bugün. Gözetleyiciler afallasın varsın! N’olacak? Birinci hareket: Bir, iki, bir, iki, çekiç sallama hareketi. Öbürü orakla ot biçmek...

 

Çekiç ile orak... Şöyle bir parça kafalarını çalıştırırlarsa; anlar bunu canlar! Sağa sola bakıyorum: Gülümsüyorlar. Canla başla yapıyorlar hareketleri. Anladılar. İşte, dostlar, 1 Mayıs gösterimiz bu bizim. Oynadığımız bu sözsüz oyun ölüme giderken bile bağlı kalacağımız 1 Mayıs andı.

 

Hücrelere dönüyoruz. Saat dokuz. Kremlin’in saati onu vuruyor şimdi. Kızıl Meydan’da geçit başlıyor. Yürüyoruz seninle baba. Aha Enternasyonal başladı söylenmeye. Bizim hücreden tut da, dünyanın dört bir yanında yankılanıyor ses. Şarkılar söylüyoruz. Devrimci marşlar birbirini izliyor. Yalnız kalmak istemiyoruz. Yalnız değiliz. Dışarda göğüslerini şişire şişire şarkı söyleyen, ama bir yandan da bizim gibi kavga verenlerle yan yanayız.

 

“Mahpus damlarına düşmüş canlar

 

Ömür çürütenler buz gibi zindanlarda

 

Nice ırak yollarda olsa aramızda

 

Değiyor saçlarınız saçlarımıza”

 

Evet, değiyor saçlarınız saçlarımıza. Biz Hücre 267’nin tutukluları, 1943 1 Mayıs töreninin artık sona erdiğini düşünüyorduk kendi kendimize. Ama sona ermiş miydi gerçekten? Kadınlar bölümünün koridorundaki görevli kadının öğleden sonra avluda dolaşarak hücrelerdeki erkek tutukluları yüreklendirmek için söylediği yiğitçe şarkılara ne demeliydi peki?

 

Hele o bana kağıt kalem getiren, bir yaramazlık olmasın diye koridoru gözleyen, çek polisleri gibi giyinmiş adam? Bir başkası daha var ki, benim yazıp çizdiklerimi dışarıya kaçırıyor gizli gizli. Ola ki bir gün herkes okur. Öğrenir her şeyleri. Lamı cimi yok, bu kağıt parçaları için kelleyi verebilirler onlar. Demir parmaklıklar arkasındaki bugünle, özgür bir yarın arasında ilişki kurdukları için canlarına okunabilir. Ama onlar öyle yürekten, öyle içten sürdürüyorlar kavgalarını! Herkesin bir yeri var kendine göre. Herkes kendi savaş alanında ellerindeki bütün olanakları kullanarak çaba gösteriyor. Hepsi de öylesine sade, kasıntısız ve telaşsız ki, bir ölüm-kalım savaşı verdiklerine asla inanmazsın. Üstelik bu savaşta yenmekten çok yenilmek var onlar için.

 


 

Not: Yar Yayınları’nın Darağacında Röportaj (Darağacından Notlar) kitabından alıntıdır. Her hakkı saklıdır.

Kapat